AİHM’in Hidayet Karaca hakkında verdiği ilginç ve kendi içtihatlarından farklılaşan ihlal kararı sonrasında AİHM’i ihlal kararları üzerinden dövmeyi adet haline getirenler fırsatı kaçırmayıp yoğun bir şekilde eleştirmeye ve bir sürü komplo teorisi üretmeye koyuldular. İnsan hakları yargılamasında ihlal kararı başvurucu lehine, taraf devleti haksız çıkaran ve dolaysısıyla başvurucuyu ve benzer haksızlıklara muhatap olanları mutlu eden kararlardır. Ama nedense şairin dediği gibi: ‘Gönlüne melal dolan insanlar, Bir sevince bile hüzün ararlar.’Yanlış anlaşılmasın, AİHM’de insanlardan oluşan bir yapı olup her kararı elbette doğru değil ve eleştirilmesi de gayet normal. Ancak bahse konu yorumlar bir mahkeme kararının eleştirisinin ötesinde kalitesi düşük komplo teorileri mesabesinde. Örneğin ‘AİHM, Erdoğan rejimi ve Ergenekon yapılanmasının işbirliği içinde’ olduğu ya da ‘kararın Gülen cemaatini dünyada da terör örgütü ilan etmek için derin ve karanlık odaların bir hamlesi olduğu’ gibi. İşin ilginç yanı karara konu hikayenin de başlangıcı bu hayali karanlık odaya ve derin yapılara dayanıyor.İşin acı tarafı ise eleştiri adı altında bu kendi ürettikleri komplo teorilerine inananların bir kısmının hukukçulardan oluşması. Bu müzmin melankoliklerin bir iddiası da yeterli hukuki mücadele yapılmadığı yönündedir. Ancak bu gerçek değildir. Keşke aynı hukukçular AİHM kararlarını eleştiren ciddi makaleler yazsalar ve bunları saygın dergilerde/bloglarda yayınlasalar ya da örnek başvuru dilekçeleri ile insanlara yardımcı olsalar. Ancak bunun yerine gerçekten uzak komplo teorileri ile mağdur kitlelerin acıları üzerinden daha fazla retweet/beğeni alama çabası içine girmekte ve bunun hukuki mücadeleye olumsuz etkilerini göz ardı etmekteler. Karara geri dönersek, öncelikle kararın sadece ilk tutukluluk ve buna karşı itirazla ilgili mahkeme kararlarına karşı yapılan bir başvuruda verildiğini ve Karaca hakkında esastan verilen ve kesinleşen davanın henüz AİHM’nde karara bağlanmadığını hatırlatalım. İkinci olarak bu kararın AİHM’nin Demirtaş, Kavala ve Ergenekon sanıkları hakkındaki kararları gibi yazının devamında da izah edileceği şekilde özel bir dava olduğu ve buradaki kararın KHK ile işten çıkarılan ve haklarında okul, dernek, Bylock ve Bank Asya gibi deliller (!) ile soruşturma açılan kişilerin davalarına olumsuz bir etkisi olmayacağını ifade etmek gerekmektedir.Kararı ve karara konu olayların kısa bir özetini yaparak yorumlayalım. Karaca ve diğer 29 kişi hakkında 2014 yılı Aralık ayında “iftira, resmi belgede sahtecilik ve hukuka aykırı olarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarını” işleme iddiasıyla soruşturma başlatılmış ve ardından Karaca tutuklanmıştı. Soruşturmanın konusu 2009 yılında ‘Tahşiyeciler’ olarak bilinen ve radikal dini görüşleri olan bir gruba yönelik olarak başlatılan bir terör örgütü soruşturmasına dayanmaktadır. Savcılığın iddiasına göre bu soruşturma Gülen cemaatinin polis, yargı ve medya da yer alan taraftarlarının uyumlu ve koordineli eylemleriyle başlatılmıştır. Karaca hakkındaki suçlama ise ‘Tek Türkiye’ dizisinde provokasyon amacıyla terör eylemleri gerçekleştirecek bir grubun oluşturulmasına ilişkin konuşmalar geçmesi, dolaysıyla bu organize işin bir parçası olduğu iddiasıdır. Bu suçlamaya delil olarak Savcılık Karaca’nın Fetullah Gülen’le 2013 yılında gerçekleştirdiği ve başka ve bir dizi senaryosu hakkındaki konuşma ile senaristlerin karanlık kuruldaki diyalogların senaryoya sonradan ilave edildikleri yönündeki ifadeleri gösterilmiştir.AİHM önceki içtihatlarına ters düşecek şekilde Karaca’nın ilk tutukluluğunda yukarıdaki deliller temelinde makul şüphenin var olduğu veya olmayacağının söylenemeyeceği kanaatine ulaşmış ve bu anlamda Sözleşme’nin 5/1-c maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiştir. Yine aynı delillerden hareketle önceki içtihatları ile çelişir şekilde kurgu dizi senaryosunu normal bir basın yayın faaliyeti olarak görmemiş ve ‘belirli bir dini grubun, kurgu bağlamında bile olsa, bir terör örgütü olarak tasvir edilmesi, kamu yararını ilgilendiren tartışmalar bağlamında ilgili bilgileri kamuoyuna bildirmekten ibaret olan bir gazetecinin olağan işinin bir parçası olarak görülemez’ gerekçesiyle Karaca’nın ifade hürriyetinin ihlal edildiği iddiasını kabul edilemez bulmuştur. Yani Karaca’nın ifade hürriyeti ile Tahşiyecilerin itibarı yani özel hayata saygı hakları arasında bir karşılaştırma yapmıştır. Mahkemenin normalde direkt somut olayın varlığını göstermeyen delilleri makul şüphe için yeterli görmemesi ve tamamen kurguya dayalı bir film senaryosunu kesinlikle ifade hürriyeti içinde değerlendirmesi gerekirdi. Nitekim kararın bu kısmına muhalif kalan yargıç Orland bu durumu açıkça izah etmiştir.Bunun bir nedeni AİHM’nin tutukluluk ile ilgili kriterinin ‘makul şüphe’ olması ve daha düşük bir standardı kabul etmesidir. İç hukukta ise en azından teoride ‘kuvvetli suç şüphesi’ gerekmektedir. İkincisi AİHM 2. Dairesi’nin Türkiye’ye karşı bazı davalarda bu konuda Büyük Daireye göre daha düşük bir standardı kabul etmesidir. Örneğin Demirtaş hakkındaki kararında da 2. Daire makul şüphenin var olduğunu kabul ederek bu anlamda Sözleşmenin 5/1 maddesinin ihlal edilmediğine karar vermiş, ancak daha sonra Büyük Daire 5/1’den de ihlal kararı vermişti. Demirtaş hakkındaki deliller ise KCK yönetimindeki kişiler ile telefon görüşmesi yapması ve bu görüşmede bir toplantıya gitmesinin kendisinden istenmesi idi. Demirtaş bahsedilen toplantıya katılmadığı halde bu görüşmeler makul şüphe için 2. Daire tarafından yeterli bulunmuştu. Yine Ergenekon davalarında da AİHM birçok başvuruda tutuklama anındaki makul şüphe yönünden başvuruları kabul edilemez bulmuştu. Zira bu dönemde de Ergenekon yapılanmasının bir terör örgütü olduğu ülkenin yargısı ve hükumeti tarafından kabul edilmişti ve bu hikaye AİHM tarafından satın alınmıştı.Üçüncüsü ve esas neden ise, Gülen cemaatin birtakım organize işleri olduğu yönünde hükümetin anlattığı ve Türk kamuoyunu da propaganda araçları ile büyük oranda inandırdığı, Türk yargısının ise büyük bir istekle onayladığı hikayeyi AİHM’nin satın almış olmasıdır. Ayrıca iktidarın bu kabulüne/dayatmasına karşı muhalefet dahil toplumun hemen hemen hiçbir kesiminden bir itirazın olmadığı ve mağdurların da sesini etkin bir şekilde duyuramadığı bir ortamda AİHM 2. Dairesi’nin mağdurların gördüğü resmi görmesini beklemek çok makul olmayacaktır. Meseleye bu yönden baktığımızda kısmen çifte standardın da nedenleri anlaşılabilir.Evet teknik olarak ben de kararın bu kısmını yanlış buluyorum ve mevcut koşullarda makul şüphe yokluğu nedeni ile de açık bir ihlal kararı verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak AİHM’ni düşman belleyip, yel değirmenlerine savaş açar gibi hücuma kalkanlara da şunu soruyorum: Lütfen şapkayı önünüze koyup düşünün. Gerçekten bu türden organize işlerin hiç olmadığını veya bundan makul şüphe duyacak kadar dahi bir emare olmadığını söyleyebilir misiniz?Bahsedilen olumsuzluğa rağmen kararda Karaca’nın birkaç yönden haklarının ihlal edildiğine karar verilerek masraflar ile birlikte 18 Bin Euro tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Oy birliğiyle sulh ceza hakimliklerine yapılan tutuklulukla ilgili itirazların başka bir sulh ceza hakimi tarafından incelendiği, kapalı bir mekanizma oluşturulduğu, yine hakimin reddi başvurularının da önce kendi hakimliğinde sonra diğer sulh ceza hakimliğince incelendiği ve bu durumun en azından sübjektif anlamda, yani dışarıdan algılandığı biçimde “bağımsız ve tarafsız bir mahkeme” tarafından karar verildiğini gösteren yeterli güvenceleri barındırmadığı gerekçesi ile Sözleşme’nin 5/4 maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu şekilde başvurucu lehine genişletici bir yorumla sulh ceza hakimliklerinin bağımsız ve tarafsız mahkeme olarak görünmedikleri nedeniyle bir ihlali de açıkçası beklemediğimi ifade etmek isterim.Yine kararda Karaca’nın avukatlarının sulh ceza mahkemelerine yaptıkları reddi hakim başvurusu sonrasında sulh ceza hakimlerinin görevden alınması ve başvurucunun kefaletle tahliyesine yönelik kararların uygulanmaması nedeni ile de Sözleşmenin 5/1 maddesinin ihlal edildiğine, dolayısı ile 25 Nisan 2015 tarihinden itibaren haksız şekilde tutuklu bulunduğuna karar verilmiştir. Hatırlanacağı üzere bu kararları veren sulh ceza mahkemesi hakimleri Mustafa Başer ve Metin Özçelik verdikleri kararların akabinde açığa alınmış ve daha sonra tutuklanmışlardı.Ayrıca yargılama öncesi tutukluluk süresinin aşırı uzun olması nedeniyle Sözleşme’nin 5/3 maddesinin de ihlal edildiğine karar verilmiştir. Sonuç olarak karar, başvurucu aleyhine içtihattan sapan hususların yanında başvurucu lehine içtihattan sapan hususları da barındıran bir ihlal kararıdır. Bu durumda mağdurların bardağın dolu tarafını görerek AİHM bu özel koşulları olan davada bile bizi haklı buldu, haklarımızın ihlal edildiğini tespit etti diyebilmesi gerekir.AİHM’nin Gülen cemaati hakkındaki davalarda tamamen çifte standartlı davrandığı ve aleyhe karar verdiği yönündeki iddianın gerçek olmadığı mahkemenin istatistiklerine bakıldığında da görülmektedir. Bugüne kadar Gülen cemaati bağlantılı dosyalarla ilgili olarak AİHM toplam 1.303 başvuruyu incelemiş, bunlardan 1.017’inde ihlal kararı vermiş, 146’sını kabul edilemez bulmuş, 130’unu ise kayıttan düşürmüş ve 10’unu da kısmen kabul edilemez bulmuştur. Cemaat davalarındaki asıl sorun, AİHM’nin bu davaları mümkün olduğunca ötelemesi ve verdiği kararlarda problemleri çok çetrefil konulara girmeden çözmeye çalışmasıdır. Mevcut koşullarda bu durumu da anlaşılabilir buluyorum.Bir diğer sorun ise AİHM’ni hedef gösterenlerin önerdikleri somut bir çözüm önerisinin bulunmamasıdır. Hakları mağdur edilenlerin iç hukukta sonuç alamadıkları takdirde AİHM veya Birleşmiş Milletler dışında hukuken haklarını arayabilecekleri pek fazla bir ihtimal bulunmuyor. Bu kurumlar aleyhine yapılan kara propaganda tribünlere oynarken kendi kalesine gol atan futbolcu misali zaten yıllarca mücadele etmekten yorgun düşmüş mağdurların azmini kırmakta ve sonuç olarak mücadeleyi sekteye uğratmaktadır.Bir diğer sorunlu yorum ise hak aramanın bir anlamı olmadığı, hukuk bir gün geri döndüğünde herkesin hakkının otomatik olarak geri verileceği şeklindedir. Mevcut alternatiflerin arasında en iyisi de gelse, hiçbir iktidar kendinden önce meydana gelmiş mağduriyetleri mağdurun kendisinin bir talebi olmadan, bu talepler ile oluşmuş bir baskı mekanizması oluşmadan otomatik olarak düzeltmek istemeyecektir. Neden başkasının hatasını düzeltmek için uğraşsınlar ki? Aynen seçimlerde olduğu gibi, muhalefet seçimlerde hile olduğunu açıkça iddia etmedikçe ve bu konuda adım atmadıkça, ne içeride ve ne de dışarıda kimse bu seçimlerin hileli olduğuna dair bir inisiyatif almayacaktır. İktidarın mağduru olanlar da kendi hakları için mücadele etmedikçe değişen iktidarın onlara otomatik olarak haklarını geri vermesi sıfıra yakın bir ihtimaldir. Ancak hak arama mücadelesinin sonucu olarak belli bir yekuna ulaşan karar ve raporlar, oluşturulan platformlar ve görünür biçimde yapılan mücadeleler, ulusal/uluslararası bir kamuoyu oluşmasını ve iktidarların bu konuda adım atmasını sağlayabilir veya iktidarları buna zorlayabilir.
Gündem
Yayınlanma: 03 Temmuz 2023 - 13:18
AİHM'in Karaca dosyasında içtihattan sapan ihlal kararı ne anlama geliyor?
Karaca kararı, başvurucu aleyhine içtihattan sapan hususların yanında başvurucu lehine içtihattan sapan hususları da barındıran bir ihlal kararıdır. Bu nedenle bardağın dolu tarafını görerek 'AİHM bu özel koşulları olan davada bile bizi haklı buldu, ihlal tespit etti' diyebilmek gerekir.
Gündem
03 Temmuz 2023 - 13:18